bir fincan kahve ve varoluşsal bir kriz, lütfen.
"Birth is a curse and existence is a prison."
Varoluş sancıları içinde kıvranırken neden blog tutmaya devam etmiyorum diye düşündüm ve yine buraya geldim. Bir sürü yarım kalmış yazının ardından bir yenisi için çabalamak belki de beni bu anlamsız arayışlarımdan bir süreliğine de olsa uzaklaştırır diye düşündüm. Şuan her ne kadar ne yazacağımı bilmiyor olsam da uzun zaman sonra bir yazıyı yayımlayacak olduğumu içten içe biliyorum. Bir şekilde sonunu getirmeli ve yayınla tuşuna son düzenlemelerini yaptıktan sonra basmalıyım.
Evet. Sanırım varoluş hakkında biraz iç dökmeye ihtiyacım var:') Öncelikle Batman: Kara Şövalye Yükseliyor filminden bir kesiti -hayatıma fazalsıyla dokunduğu için- sizlerle paylaşmak istiyorum.
Ölümden korkmuyorsun. Seni güçlü kıldığını sanıyorsun. Seni zayıflatıyor.
-Neden?
Nasıl herkesten hızlı hareket edebilip daha uzun savaşabilirsin ruhun en güçlü dürtüsü olmadan? Ölüm korkusu.
Sonsuza kadar yaşayabilecek olsaydık ve istediğimiz her şeyi yapabilmek için fazlasıyla zamanımız olsaydı yaptığımız şeylerin pek bir anlamı kalmayacaktı. Hayatın eninde sonunda bir noktada bitiyor olması -the good place'teki gibi bir son mesela- onu anlamlı kılan şey.
Evet, kısa bir varoluşsal krizin ardından eylemlerimizi sorgulamaya başlıyoruz fakat fazlasıyla ağır bir gerçek olduğu için de bunu görmezden gelip bir şekilde yaşamaya bakıyoruz. Kısa süreli bir görmezden gelme pek işe yaramıyor fakat sorguladığımızda elimize geçen ne olacak ki. Yine bir noktada hayatın anlamsız olduğu gerçeğiyle yüzleşiyoruz -Camus'a bu konuda katılıyorum- ve kendimize bir anlam yaratmaya çalışıp onun için yaşıyoruz.
Searching for meaning is philosophical suicide.
Bu aşamaları geçmiş fakat anlam yaratma kısmında kalakalmış birisi olarak Michael gibi varoluşsal bir krizin içindeydim ve uzunca bir süre bundan kaçmaya çalıştım. Artık fazlasıyla gına geldi ama yine de içten içe bir cevap olmadığının da farkındayım. Tek bir hayatımız var ve evet her an ölebileceğimiz gerçeği de yanı başımızda duruyor. Hayatımızı bir şekilde yaşamamız lazım ama yanlış bir şekilde yaşamak ve pişman olmak beni korkutuyor. Hayatımı planlama gereği duymuyorum ve her zaman değişebileceğini, farklı şeyler olabileceğini biliyorum ama uyandıktan sonra yataktan kalkacak bir amacım dahi yok.
Should i kill myself or have a cup of coffee?
Ölmek istemiyorum ama pek yaşamak istediğimi de düşünmüyorum. Hala neden hayatta olduğum hakkında da pek bir fikrim yok. Bir şeylerin düzelmesini istiyorum ama hiçbir şey yapmıyorum ve her şey daha da kötüleşiyormuş gibi geliyor. Muhtemelen aklım sadece fazlasıyla karışık ve biraz düşünüp belli başlı birkaç şeyde karar kılmam gerekiyor. Felsefeyle de yavaş yavaş içli dışlı olduğum için bir süre daha depresif kalmaya devam edecekmişim gibi hissediyorum:)
Her neyse. Sadece sakin kalmalı, kendime düşünmek için daha fazla zaman vermeli ve bu süreçte ölmemeye dikkat etmeliyim. Kafamı kurcalayan şeyler hakkında yazmak iyi geliyor ve bu yüzden buradayım. Yaşamaya çalışma belirtisi:)
Birkaç kitap daha okuduktan sonra varoluş hakkında daha detaylı yazılar yazmayı düşünüyorum. Şimdilik hoşçakalın<3
Yorumlar
Yorum Gönder